15 Aralık 2011 Perşembe

ötv indirimi



Maliye bakanı Şimşek'ten bugün ÖTV kaldırılmalı çıkışı geldi.

Başbakan, yerli yapılacak arabalar için "15bin olacak" dediğinde zaten çıtlatmıştı. Zira uluslararası ticaret kanunua göre, benzer ürünlere aynı vergiyi uygulamak zorundasınız. Bu durumda, 25bin tl'lik 1.6 lık bir arabayı 52bin TL ye aldığımız bu devirde, 15binTL ye araba satmak imkansız.

ÖTV silinirse değil.
Bu ötv çıkışıyla ilgili benim düşüncem, olayın artan kredi borçları ile ilgili olduğu;
insanlar krediye girmeden bir şey alamıyorlar bu devirde.Kazançlar ortada, firmaların insanlara ödedikleri / ödeyebilecekleri paralar ortada. Bir evin, bir arabanın fiyatı da ortada. Sonuç? Bolca Kredi.
Tamam bankalar artık çok açılmıyorlar, tepelerinde bir BDDK ve sırtlarında kapı gibi kapitaller var ama kimse insanları denetleyemiyor.

Sonuç? tamamen krediyle çalışan bir ülke, herkes borçlu. Geçen gün bir üst düzey Akbank yöneticisi bu konu ile ilgili endişelerini dile getirmişti. 


Herkesin borçlu olduğu bir ortamda, satılan mallar ya değerinden aza gidiyor - vade farksız taksitler/krediler - ya da nakit alamıyorlar. 
Sonuç?
Kar eden bankalar,
Zarar eden, alıcı satıcı ve para akışından direkt olarak etkilenen devlet. Zira harcama yapılmaması demek, vergi verilmemesi demek.
ÖTV nin kaldırılması bu anlamda çok fayda sağlayabilir, ben bile düşünürüm gidip , ihtiyacım olmasa dahi , bir araba almayı.

Bir diğer artıysa, ÖTV kaldırılınca bazı ürünlere karşı TL nin gücü artacak. Ama bu artış, döviz bazında bir artışa denk gelmeyecek. Yani?
Ödenen ücretler insanlara daha fazla yeterli gelicek, daha fazla tatmin edicek ve insanlar aynı parayı daha fazla harcayacaklar. Maaşları bile düşürebilir şirketler uzun vadede, düşen maaşlar ihracata direk etki eder, alıcı satıcı ülke herkes kazanır.
Bunlar olurken, döviz bazında stabil bir kur izlerse, ithalatçının hiçbir zararı olmaz.

Tabi ben ekonomist falan değilim ve bütün bunları bir tarafımdan uydurdum,
yanlış-doğru zaman gösterir. Ama bu indirim, hoşuma gider :)

5 Aralık 2011 Pazartesi

Kahraman

Aslında ben emekliyim dedi taksi şoförü, oya işliyormuş bursada, hala bursada gerçi, evlatları okuyormuşta ondan çalışıyormuş ek olarak takside.

Bir oğlu, 4 sene garsonluk yaptıktan sonra ben okuyacağım gazıyla, istediği bölüme girmiş. Heykeltraş olmuş çıkmış,
Adamın adı Caner Şengünalp, Nasılda anlatıyor babası gururla, benim oğlum sanatkar diyor, istediği bölümü bitirdi, çok çalıştı şimdi çok güzel para kazanıyor çok mutlu. 

Helal olsun diyorum adama, Türkiye gibi ülkede heykeltraş olmak! sevdiğin işi yapabilmek!
Kızımda diyor, tiyatro okuyor şimdi. O da kahraman olacak. Şu hayatta 2 tip insan vardır bu konuda,

Hayalini izleyip mutluluğu yakalan hayalperestler,
Başarı öyküleriyle kendilerini yola sokmaya çalışan,başkalarının hayallerini bir gerçekmiş gibi algılayan, sıradan gerçekçiler.

Amatör ruhla, içinden geldiği gibi; kasmadan yaşayan ve sevebilen herkese gelsin bu şarkı.



18 Kasım 2011 Cuma

çikin

Rahmetli dedemin vasiyetidir, 
Çok güzel kız almıcan oğlum diye. Biz tabi salak olduğumuz için illa deneme yanılma yapıp, 90 yaşına gelmiş adamın lafını dinlemedik tabi.
Ama sonuç olarak:


8 Kasım 2011 Salı

Dilek tutarım;
Bütün kadınlar, boğa akrep ve oğlak olsun. Hiç birisiyle olamayayım ama hepsi benimle olsun.

27 Eylül 2011 Salı


iki epik sahne

takhisis: and now you mock me! smile your twisted smile while you can, mage, for when you slip, when you fall, when you make that one, small mistake i will lay my hands upon you. my nails will sink into your flesh, and you will beg for death. but it will not come. the days are eons long here, raistlin majere. and every day, i will come to see you in your prison the prison of your mind. and, since you have provided me with amusement, you will continue to provide me with amusement. you will be tortured in mind and in body. at the end of each day, you will die from the pain. at the beginning of each night, i will bring you back to life. you will not be able to sleep, but will lie awake in shivering anticipation of the day to come. in the morning, my face will be the first sight you see.
what? you grow pale, mage. your frail body trembles, your hands shake. your eyes grow wide with fear. prostrate yourself before me! beg my forgiveness!
raistlin majere: my queen....
takhisis: what, not yet on your knees?
raistlin majere: my queen... it is your move.

iki

The two stood, staring at each other, both forgetting Kitiara, who--feeling the silent, deadly contest being waged between the two--forgot her own anger, holding her breath to witness the outcome. "Your magic is strong," Raistlin commented. A soft wind stirred the branches of the oak trees, caressed the black folds of the mage's robes. "Yes," said Lord Soth quietly. "I can kill with a single word. I can hurl a ball of fire into the midst of my enemies. I rule a squadron of skeletal warriors, who can destroy by touch alone. I can raise a wall of ice to protect those I serve. The invisible is discernible to my eyes. Ordinary magic spells crumble in my presence." Raistlin nodded, the folds of his hood moving gently. Lord Soth stared at the mage without speaking. Walking close to Raistlin, he stopped only inches from the mage's frail body. Kitiara's breath came fast. Then, with a courtly gesture, the cursed Knight of Solamnia placed his hand over that portion of his anatomy that had once contained his heart. "But I bow in the presence of a master".


4 Eylül 2011 Pazar

bugün

http://fizy.com/#s/3iltud
Eminim, tanrı var bugün.
Hayatımın en güzel günü, 20 dakika sonra sona erebilir, ermeyebilir. Bir karara bakar, düşürebilir daha yükseğe taşıyabilir.

Her yükselişin sert bi düşüşü var diye uzak dura dura, alışmış bünye yükselince düşüşe şartlanmaya.
12 dakika var ve kafam bi dünya, elimde siktiriboktan bi telefon,gözlerim kapalı aklımda, parmaklarının kokusu. 
Ama çalkantı yok bu sefer, masumiyet var sadece. Masumiyet ve simsiyah bi ölüm. 
Ben öldüm, bu sabah öldüm. Sona erdim,sondan başa geldim; te en başına.Havanın soğuk olmasının, bu yazının ve buz bile koyamadığım sarımtırak şeyin beni yakışının hiç bi anlamı yok. Ben öldüm,belki uzun zaman önce belki bu sabah. Ben öldüm,gözlerinin içine bakarken öldüm. Hayranlıktan,sevginden;itişinden kendine kızışından ve yanlışlardan öldüm.

2 Eylül 2011 Cuma

bslk


Dün akşam Bankok BB adlı güzel bi grubun perfomansını izlerken adamın çakma jack sparrow olması dolayısı ile aklıma bişi geldi.
Şimdi filmde yemek yiyip içebilen ama hayattan tad alamayan adamlar vardı. İskelet felan, hah hatırladın onu şimdi, onları düşün.
Ben de 2-3 senedir o moddayım, nadiren bişiden keyif alabiliyorum. Alkol bile arada ki “güzel kafalar” fazını yaşatmıyor bana. Şimdi insan ister istemez düşünüyor, acaba ben öldüm mü diye. Etrafımda ki olaylar biraz güzel gidiyor, ben mutluyum ve sıkıntı olan herşey aşılıyor ama tad alamıyorum hayattan. Acaba yolda, uçakta veya nepalde felan bi hastalıktan öldüm ve öldüğüm zaman aralığında ki hiç bişeyi hatırlamıyorsam? Ya bu yaşadıklarım, kendi bilincimin bir oyunuysa?
Bunu nasıl anlarsın? Anlamana gerek var mı? Peki anlarsan, ne yapabilirsin? Bunlar kurcalıyor bu aralar kafamı.

26 Temmuz 2011 Salı

bilye

bi bilye düşün yuvarlağından, ama pürüzsüz olacak. Şimdi bu bilye, kafanın sol tarafından yavaşça içeri giriyor, sen yaşamaya devam ettikçe yavaş yavaş ilerliyor.
Acısa, acısa çekilirde ağrıyor;onu ordan çıkaramıosun kalkıp kafaya da sıkamıyosun. Sen devam ettikçe, oda ediyor; ağrıta bütün herşeyini kilitleyerek devam ediyor.
En iyisi, sırf bu yüzden, kafayı değiştirmek.

18 Temmuz 2011 Pazartesi

taygır

bi tiger alış hikayem var benim;
para yok tabi cepte, askerden çıkmışım. Ulen diorm senelerdir bi ayakkabı almıorm, şu tigerlar güzel alim bitane. Sonra izmirde bulamıorm hiç güzel. İstanbula gidiorm, odanesi,adamlar bez ayakkabıya 150tl çekiolar üüh diorm
üh yani, bez ayakkabı olm bu?
parakazanıcamalıcamulen moduna giriorm, ama pintilik daha agır basıo tabi; para cepte güzel olan bişey. 
Evet pintiyim, bez ayakkabıya o parayı vermem!
nese alamadan nepale gidiorm, botlarla. Allah'ın muson iklimi, pantalon giyiosam mecbur bot giyiyorum o sıcakta, ama kararlıyım alıcam bitane. Netten bakıorm, bulamıorm bi türlü, yani nepale ship eden yok; zaten para da yok. Nese nepalde her mekana giriorm, converse var tiger yok.
Her gün işe yürü ( taksi 100 rupi,2tl, falan o derece fakirim ). İşten yemek yediğimiz yere yürü ( beleş die ) oradan geri dön,ayağım bu arada 10 kere felan burkuluo.Nese, sonunda buluorm. Nepaldeki son tiger, 2000 rupiye düşürüyor amca zar zor ikna ediorm. Çakma tabi, ama sonuçta oda çin de yapılıo buda çin de yapılıo :p
2000 rupi 40 lira felan bu arada, ayakkabı hala taş gibi, nerdeyse her gün giydim. Öle yani buda tiger anım benim :)



15 Temmuz 2011 Cuma

evvo

Ev ufacık olunca, temizlemesi de kirletmeside çok kısa zaman alıyor. Sürekli bi dağınıklık hali mevcut, aslında bunun sebebi ortada duran ve vazgeçemediğim ( normalde içeride durması gereken ) ahşap masa. Bide tabi kaldırmaya üşendiğim ütü masası var.
Bir de, bir tarafı hallediyorum, diğer taraf yarım kalıyor ve ben bitiyorum, çok enteresan bi ev burası.
Gerçi tutarken bu sefer, 3-5 benzer ev içinden bunun seçmemin sebebi kapı numarasının 11 olmasıydı.
Diyarbakırda ki ev de 11 numaraydı,
11 benim uğurlu rakamlarımdan bir tanesi, ne varsa 11 de var zaten.


Ha bi de,
Gri Yunancada 'da griymiş. Ne güzel di mi?

2 Haziran 2011 Perşembe

Kara toprak



" Dost dost diye nicesine sarıldım
Benim sadık yarim kara topraktır.
beyhude dolandım, boşa yoruldum
Benim sadık yarim kara topraktır.
Nice güzellere bağlandım kaldım
Ne bir vefa gördüm ne fayda buldum
Her türlü istediğim topraktan aldım
Benim sadık yarim kara topraktır 



///
Karnın yardım kazmayınan, belinen
Yüzün yırttım tırnağınan, elinen
Yine beni karşıladı gülünen
Benim sadık yarim kara topraktır 



///
Bütün kusurumu toprak gizliyor
Melhem çalıp yaralarım düzlüyor
Kolun açmış yollarımı gözlüyor
Benim sadık yarim kara topraktır."



A. Veysel

27 Mayıs 2011 Cuma

fidan

Ahulen murphy, her yerde suratıma suratıma vuracaksın dimi. Neyse, malubiyetini kabullenmiş bi mağlup olarak bunda bile mesut olacak kısım buluyorum,gülümsüyorum :).

Hep fena yorulmuş oturuyorum bu masaya, ondan ne toparladıysam gün boyu üşeniyorum dökmeye, hoş okuyan yok burayı döksem n'lcak.
Napsam aforizmamı yapsam bilemiorm, evet evet yapayım; madem yazıyoruz ikibinonbirin en tripcan cuma akşamında, şöyle güzel bişi lazım buraya.
Hmm ne yazsam,
politik olmasın, dini olmasın, fanboyluk da olmasın ne olsun ne olsun
hah buldum,
"dünya kadınları tanımadan önce ne güzeldi be bro"
Nası?

Bu arada, sen bunları okurken sayın okur ben gidip dünyanın en güzel parçasının en güzel coverını buldum.

20 Mayıs 2011 Cuma

mb

Sigaramın dumanıda dumanı,
yoktur aman şu yarimin, imanı.





17 Mayıs 2011 Salı

ast tasarak sinuralan krynawi


şimdi arkaplanda yüzüklerin efendisi müziklerinden rastgele bir tanesi çalıyor,
İlk severek okuduğum kitap kendisi, bunun için beni bunla tanıştıran güvence çok çok teşekkür :).


İlk kaçışım, hayatın bayıklığından ilk uzaklaşışım, en güzeli asosyalliğe adım atışım.
O zamanları hatırlıyorum da, kitap okumak güzel şeydi be hocam. Taki farklı bir tat alamayana kadar.
Bu serinin son kitabını, kıbrıstan geri gelirken, yanımda kız arkadaşım varken, uçağın içinde ve etrafımda olup biten hiçbirşeyi umursamadan bitirmiştim.
Sonra, sonrası geldi tabi. Drizzt dedi biri, güzelmiş dedi. E o zamanlar ultima falan da var ki benim "ultimate" kaçışım haline gelmiş;
O zamanlar. Evden çıkmamak isteyim çıkmadığım, hayatın ne kadar sıradan ve yalan olduğunu yeni yeni kavradığım zamanlar,14-15 yaş zamanlarım.
Bilgisayara erişemediğimden level müptelası, sonra yüzüklerin efendisi, sonra drizzt ve son olarak raistlin; ruhdöveni.


Hayatımda buna benzer 1-2 kaçışım daha var, canım sıkıldığında, yapacak birşeyim olmadığında ya hayaline dalarım, ya da ruhdövenini açarım, yanımdaysa tabi.


Ruhdöveni, pek çok zor anımda yanıma yetişen şey,aslında doğruların bakış açısına göre çok güzel değişebileceğini gösteren mükemmel şey. Teşekkürler

24 Nisan 2011 Pazar

zorlama

güzel bu aslında ama, sen beni ben seni, zorlama seviyoruz birbirimizi. İlişkilerin %90 ı gibi, zorlama,güzel ama zorlama.
Nefretimiz eksik bizim, nefret olmadan olur mu?Nefret olacak ki, nefesin titresin konuşurken, nefret olacak evet.
Ya zorlama olacak, ya nefret.

23 Nisan 2011 Cumartesi

bir dediğim

Mide tıkabasa dolmuş, sıcak hava kibir gibi kendini döker olmuş,kibrit kutusu bile ıslanmış, öyle bahtsız bir gün yani. Öyle bahtsız, öyle sıradan ve beklentisiz.
Alışmış,sıradan; uzak. Eve,ev'e,e've.


Her yer değiştirme, yeni bir başlangıç.
Yeni başlangıç demek, eskide kaybetmişsin demek. İkinci şans demek, ilkini yitirmişsin demek.
İşin kötüsü, insanlar değişsede ben ve ben aynı kaldığımız için, hikaye hep aynı kalıyor. 
Falan filan, bi kaç güne başlarım buraları anlatmaya övmeye, bi kaç güne kalmaz bi'şeyim, ama o bikaç güne kadar bana sakın, sakın istanbul deme.


Askerdeki arkadaşım geldi aklıma niyeyse, ne alakaysa. Alakasız yazıların, alakalı ruh hallerine itafen,
http://fizy.com/#s/1aifrx



20 Nisan 2011 Çarşamba

dip not


Yazdığım bir şeyi okurken onu hep dudakları yarım açık hayal ediyorum. İşte sıkıntı burada, hayal ediyorum ki durumun bununla alakası yok.
İyi de, tamam hayal de, neden bu şekilde? Fazla filim izlemekten mi , benzer koşullar altında diğer dişilere benzeştirmem, yoksa  aklımda ki tek gizli heyecan belirtisinin bu olduğunu düşünmemden mi?

10 Nisan 2011 Pazar

ince

Bazıları keşke demezler ya, ben diorm arkadaş keşke. Bugün, özellikle bugün gördüğüm bazı şeyler, te nepal zamanlarından kalma , o bende ki " gerçekten dünya'da iyi, birbirini sevebilen insanlar var ulen " düşüncesini tazeledi.
Özendim bi, keşke dedim. Ahulen keşke benim zamanımda da...


Demir olsam çürürdüm, toprak oldum dayandım dedi ince memed,toprak olmak iyi, ne ki böyle bir haldeyken biraz daha uzaktan bakabiliyorsun insanlara. Bazı çabalar komik geliyor, bazılarısa anlamsız. Yargılamıyorsun tabi, yargılamak havanın işi. Sen dinliyosun, sen duyuyosun, katlanıyosun ve bekliyosun. Bekleme olmazsa, toprak olmaz çünkü, sabır olmazsa toprak olmaz.
iyi de, biz böyle insanken neden bizi taşa toprağa bürüyorlar ince memed efendi?
ne hakla?

6 Nisan 2011 Çarşamba

y

Şu arka hoparlörleri evin bilimum yerlerine vidasız monte edebilmek için, gidip "çok ağır yük kaldırabilen  çift taraflı bant"'tan aldım. Şimdi takmayı denicem, eğer benden haber alamazsanız east coast biaatcchezz diyerekten dans ediyo olabilirim evde :).


O diil de, ey hayat; şu hayatımın muhtemel dönüm noktasında bi halt eder de beni türki cumhuriyetlere göndermeye kalkarsan, kafana tüplü ufak televizyon atarım ona göre.
YAPMA. lütfen :/
Neyse ki bugün biraz stresli bi gündü, bugün böyleyse yarın çok rahat olabilirim. Olmalıyım, olmadı içten içe dua etmeliyim "gerçek ozan geri dön dön dön" diye.


Bol gülümsemeli bi perşembe ve hem de ayın 7'si olur umarım, ayların en güzeli, 7 lerin en güzeli, bol kızarmalı bol gülmeli bi gün :)


Bu arada bugün yargıya asker muhtıra verdi, du bakali nolcek dediğimiz tarihlerden bir tanesi bugün. Not edeyim.


5 Nisan 2011 Salı

4

4 derecede sevmek lazım seni, 
enn yoğun halinde...

30 Mart 2011 Çarşamba

:)

Şu pencereden dışarı bakıyorum da, dalıp gidiyorum. Gülümseme var yüzümde, her zamankinden değil bu farklı , görmüyorum camileri denizi falan.
Mutluyum ya hu,daha fazlasını istemem lazım sanırım; bana böyle öğretilmiş çünkü. İçim de bi dürtü var ya olmazsa diye,
olmazsa diye bir şey yok ki, o zaten var. Olmasada var olsada.
Bugün güzel bir gün, ve ben mutluyum :). Tarihi de not edeyim,30 mart çarşamba günü 2011. 
11 güzel rakkam, her pazar adın yazar da dijital dandrik casio saatte, 11 ine geldimi pek bi ayrı olur. Hoş ben askerdeyken, 158 den geriye saymak yerine, 7 şer 7 şer sayardım, pazar olsun adın yazsın ben salak gibi gezineyim piyasada.
teey tey :)

22 Mart 2011 Salı

22 mart


En son 10 metre yükseklikte bi kuleye çıktığımda titremiştim böyle, malum yükseklik korkum var, inince kuleden hakkaten sağlam bişiler içesim vardı, sert, kendime getirici.
Bu akşam bişey yaptım, belki hiç yapmamam gereken, belki çok önceleri yapmam gereken. Anlayamadığım,senin tepkin, tanıyorum seni bu değil olay bu bu sadece dışa vurum. Sarsıldım, verdiğin tepkiye değil de cesaret edebildiğim şeye. Titredim, sanki 100 metre kuleye çıkmışımda aşağı düşecekmişim gibi hissettim.
Cidden şimdi gidip sert birşeyler içmem, sonra seni tekrar tekrar tekrar aramam lazım. Ta ki sen küfredene kadar. Ama tabiki yapmıcam böyle birşeyi, çünkü ben gerizekalıyım sen de salağın önde gidenisin.

20 Şubat 2011 Pazar

günnükettik


Sevgili blog, seni dert duvarı ettik kusura bakma ama bi yakınıp çıkmam lazım.
Gitmek istemiyorum ya, vallahi bak. Yurt dışı murt dışı bu sefer ııh, istemiorm abi. Ne güzel istanbul’uma dönmüşüm, içinde güzel güzel insanları bulmuşum bide en güzel bi yerine oturmuşum neye gideyim yani.
Yok yok istemiyorum, mecbur kalmasam zaten ihtimal dahilinde değil, yok aslında ihtimal dahilince çünkü ucunda “daha” lar var. Daha fazla para daha fazla patates daha fazla zart zurt.
Ben daha fazla istemiyorum ki, seviorm abi burayı. E ordada deniz var, denizinden sevmiyorum ki burayı.
E orada da eğlence var, eğlencesinden de sevmiorm sadece burayı.
Burda bi de “o” var, dışarı çıktığımda karşılaşıp kaçıcak delik aramanın heyecanı var, var yani J. Kısacası, ben daha fazla herhangi birşey istemiyorum, hatta yeni bir şey istemiyorum hayatımda. Ona sebep, gitmek istemiorm.
Öle işte.

10 Şubat 2011 Perşembe

Bodyworlds


Bodyworlds
Geçen gün bi arkadaşım dedi ki, ozi dedi; bedava biletim var gidelim bodyworlds sergisine. Ben de işte fazla boşum o gün, e hadi dedim gidelim.
Gitmez olaydım.
Sapık abi bu millet, o sergiyi oraya çıkarmayı düşünen adamdan, onu orda kalmasına izin veren adama kadar sapık.
Ben size anlatayım olayı,
Bazı hayırsever insanlar, cesetlerini tıppa bağışlamışlar. Alın vücudum sizin, organ nakli yapın bişiler yapın işte diye. En azından serginin girişinde yazan kısım bu, bunun yalan olma ihtimaline en son da değinicem.
Ama kardeşim, tamam adam kendini bağışlamış, doğmamış çocuğunu bağışlamış, hadi sen kadavra niyetine onu plastit denilen bi teknolojiyle incelenebilir hale getirmişsin eyvallah, ama bilader neden onu sergiliyorsun? Hayır sergileyince ne oluyor? Lise 3 biyoloji kitabında yazmayan herhangi bir şey yok orada, ee doktor olacak adam zaten okulunda görüyor bunları.
E  o zaman amaç ne? amaç para kazanmak, vücudunu bağışlamış bir insanı kullanıp, yaşlı ve işi olmayan, parası ve yapcak daha önemli bişiyi olmayan insanları yolmak. Bu.

Ayrıca, cesedini bağışlamış insanlar ölüm sebeplerini ve isimlerini gizli tutmuşlar. Bu adamlar sergilenmesini isteseydi, isimlerini ifşa ettirirlerdi değil mi? bi gizlilik istemiş adamlar, sen kalkıp sergiye sunuyorsun. Ayıp.

İşin etik kısmını geçersek, biz bu adamların gerçekten bağışladıklarını ne biliyoruz? Bunun üzerinden para kazanmaya çalışan bir adam gayet tabi o insanları öldürmüş olabilir. Var mı kanıtı bunu yapmadığının? İçeride horoz zürafa ve at var bunların üzerine. Onlar da mı kağıda imza atıp ben ölünce beni sergileyin demişler? Hiç zannetmiyorum o hayvanların doğal yoldan öldüklerini. PETA falan gidip dönercilere racon keseceğine bu çok bilmiş yeto sergicilere racon kessin.

Hayatımda gördüğüm en rezil şeylerden biriydi bu sergi, mide bulantısı ve ahlaksızlık. Başka bir şey değil, ve bu meret neredeyse 1 senedir hatta belki daha fazla, orada.
Böyle sergiler, böyle insanlar yüzünden , insanlar sanatı rezil bir şeyler üretme geleneği zannetmeye başlayacak ona yanıyorum.

31 Ocak 2011 Pazartesi

Durum Eleştirisi


Durum Eleştirisi;
Bir şey dikkatimi çekti,biz kazananı seviyoruz iyi oynayanı değil.
Geçen gün ufak çaplı politik bi muabbette bunu farkettim. Genel kanı, varolan Başbakanımızın çok iyi politikacı onun rakibinin de yeto olduğu yönünde. Ve sadece bu nedenle bir sürü insan önümüzde ki seçimde oyunu AKP’ye verecek.
Neden? Çünkü baştakiler iyi politika yapıyor?
E politika ne? Yalan söyleme sanatı,
Yani? Yani, biz bizi iyi seveni seviyoruz arkadaş.  Takım tutar gibi, kazanana yöneliyoruz iyi oynayana değil.  Seçimi yaptıktan sonra ne olabilir diye düşünmeyip, zaten siyasetçi dediğimiz hizmetçilerin yapıyor olması gerektikleri şeyler “abi adamlar yapıyor ama”  bahanesiyle kendimizi kandırarak atıcaz oyumuzu. Halbuki, oy verdiğimiz bize daha güçlü görünen, bize daha despot görünen.

        Bir de ikincil bir durum var, ki buda tamamen ilki gibi bir durum eleştirisi.
Demokrasi demokrasi diye zırlıyoruz, özgürlük bireysel ifade gücü vs. diye sıralıyoruz. Her şey buraya kadar super, ancak bizi yönetenler bu şekilde davranmaya başlayınca “yeto o ya, koyun bile güdemez” diyoruz. Ciddi bir kavram kargaşası içindeyiz. Ya hu parti içinde ki adamlar liderle aynı görüşü savunuyorsa o adamın orada işi ne? oy aldığı milyonlarca kesimi tek bir adamın düşüncesi temsil edebilir mi? O kadar insanın tek bir doğrusu olabilir mi? Sormak lazım bunları kendimize.
        Üçüncül durum eleştirisi ise çok bariz birşey,
Gerek Başbakanımızın gerek Çeşitli Belediye başkanlarının sıkça tekrarladığı bir laf var. ” Muhalefet lideri koyun bile güdemez ”. Birde bunu komik ve haklı bulan insanlar var, lafım onlara.
        Arkadaşım,oku ;
 Tepeye çıkanlar bu ülkeyi yönetmiyorlar, nasıl bir çaycı senin çay içme konusunda ki isteklerini yerine getirmekle yükümlüyse, kral zannetiğin başbakan denen adam da senin gündelik yaşantında ki isteklerini yerine getirmekle yükümlü. Yukarıda bizim maaşa bağladığımız adam oraya yönetmeye değil hizmet etmeye çıkıyor. Sen kalkıp o adama kırmızı ışıkta yol veriyorsun, anana babana küfrettiriyorsun, senin paranla yaptığı işleri “afferim adam iyi çalıştı” diyosun hatta başına kakalatıyorsun,  sonra nolcak bu ülkenin hali diyosun?

         Bir dur, düşün bakalım. Gerçekten tercih ettiğin şeyleri mi yapıyorsun, yoksa sana bir şekilde dayatılanı mı? Unutma, bir ülkenin geleceği senin benim hayatımızın geri kalan her şeyinden daha önemli.




27 Ocak 2011 Perşembe

Liste


Önce şu klibi izle; Hikayeyi anlatış bakımından çok başarılı klip

Hayatın gerçekleri veya insanı hayattan soğutan şeyler listesi gibi bir şey hazırlayasım var. Kovaladığımız şeylerin aslında sadece birer ilizyon olması da bu listenin teması olur herhalde.
Bir yerden başlayıp ara ara bişiler eklemek lazım, uzun liste dediğin öyle olur çünkü.
1- Şu üstte ki klipte ki olay; adamın bilinç altına işler ve sonraki her ilişkisinde – karşısında ki kadının sağlamlığına bağlı olarak – yüzeye çıkar, hayatı zindan eder.
2- Değer yargısı,doğru yanlış gibi şeyler yok. Bunlar insanların uydurması.
3- Konuyla alakalı olsun, biz bir sınır çekmişiz ve oradan itibaren “aldatmak” saymışız. Oradan ötesini kabullenememişiz, ki bu sınır toplumdan topluma değişir, kötü saymışız. Bu esasen, insanın tek eşli bi yaratık olmamasından kaynaklanıyor. Toplum olarak bu şekilde baskı yapıyoruz, illa tek eşli olucaz diye zorluyoruz kendimizi. Yoksa sadakat diye birşey yok, ha “sevişmeyi” sadakat sınırı olarak alıyorsan bilemem ama aslında bunun bir sınırı olmaz. Ve karşında ki insan, her ne kadar sen bana aşık bana sadık diyorsan da, Brad  abimiz ona gelip evlenme teklifi ettiğinde onu reddedebilecek olmasının tek nedeni ona güvenmiyor olmasıdır. Biz de, erkekler olarak zavallı yaratıklar olduğumuz için aslında , fazla şiir okuyup yumuşayıp Adriana Lima’ları bizim bıyıklı türk hatununa terk ederiz.
4- Paran varsa, eşini aldatsan bile haklısındır,yoksa adam bile değilsindir. Biz toplumca bu kadar aşşağılığız çünkü.
5- Televizyonda, tekstilde hayatın her yerinde arz dayatması vardır. Arz-Talep ilişkisi yoktur. Satmak istediklerini sen mecburen alırsın. Ondan sonra gider bez ayakkabıya 150 lira verirsin gerizekalı gibi.
X ürünü seni tatmin edecekken, 2 tane x ürününün 1.5X fiyatına olması onu almanı gerektirmez.Seni kâra da sokmaz, ihtiyacın olmayan birşeye fazladan para vermiş olursun.
6- Bir şeyi üretmek her zaman için tüketmekten daha keyiflidir. Çükübik yazdığın ufacık kod bile dünyanın en güzel oyunundan daha fazla keyif verir adama.
Devamı sonra, bittiğinde bunları bi liste yapıp evin duvarlarına asarız.

23 Ocak 2011 Pazar

Extended


Herşeyin bittiği yerde,Extended solo başlar;
Bak sana bi önerim var demişti, ben giderken,
“şiir oku, insana iyi geliyor”.
Müzik dinliyorum arkadaş, çalamıyorum üzerine söyleyemiyorum çünkü. Sesim çok kötü bir kere, çalma konusuda, eh o da komik.
Dedem almış bana bi bağlama zamanında, ulen boş durmasın diye niyet ettim kursuna gittim meretin. Güzel de bişi ha, teller falan var çalıyosun güzel ses çıkıyo falan. Neyse, kursta çalıyorum ben sonra eve geliyorum bişi oluyor merete, yok anam çalamıyorum. Ne yapsam ne etsem tutturamıyorum.
Eh dedim, yetenek işi, işi ehline bırakmak bana da dinlemek düşer dedim bıraktım. Sonralardan öğrendim ki akort diye bişi varmış, benim bağlamanın ağacı yeni olduğu için hemen bozuluyormuş ben kurstan eve gelene kadar. Komik dimi, evet komik.
Bi arada şarkı söylemeye yeltendim, kollar kıllı ya hah dedim benden türkücü olur, zira bu kıllar İbrahim Tatlıses kılları. Dirsekten itibaren bitiyor, sadece dirsek bilek arasını kaplıyor heh. Şaka tabi vokallik falan yapmadım, kendim bile dayanamıyorum sesime. Zaten bir besteyi/şarkıyı (neyse işte onu) seslendirmek müzikle alakalı bir hadise değil bence. Tamam enstrüman olarak fena değil ama safi egodan oluşuyor ya hu bu ses denen şey.
Neyse işte, dinleyici statüsüne eriştim bu olaylardan sonra. İyi de yapmışım aslında netekim ben 40 sene uğraşsam http://www.youtube.com/watch?v=4_FDjDwNygM böyle bir eser çıkaramam.  Çıkarsam da kendim ürettiğim için herhalde oturup dinlemem.

İşin aslında en boktan tarafı o, şimdi tamam super söz yazarısın bestekarsın beste falan yapıyorsun. Daha da süpersin onu çalabiliyorsun, mütiş bir eser çıktı ortaya. Ee? Şimdi nolcak?Onu sen yaptın, şarkıyı dinlerken bir beklenti içerisine giremeyeceksin ki? Onu yaparken ki yaşadığın duygular belli, her seferinde farklı birşey hissedemeyeceksin? Ne bileyim bambaşka farklı bir olaya atayamayacaksın, bizim yaptığımız gibi sevemeyeceksin eseri.
Çok fena ya, yani sanatçı olmanın naleti icra ettiğin sanatın keyfini sürememek olsa gerek. Çok fena.

22 Ocak 2011 Cumartesi

Betelgeuse,Betelgeuse,Betelgeuse.


Beterböcek patlayacak!
3 vakte kadar, bir hafta bir ay veya bir milyon yıl , bizim güneşin  pek bi büyüüsü olan bir yıldız supernova olacakmış. Arada ki mesafe fazla uzak olmayınca ( 600 ışık yılı :p ) bize de kısa vadeli bi ikinci güneş ( ay aslında ) ümidi doğuyor. Bırak kendi hayatını belki insanlığın bir daha izleyemeceği birşey bu. Çocuklarına bile anlatırsın, 2 körfez savaşı gördüm, Messi’yi izledim ve Beterböceği patlarken gözlemledim diye.
Hatta bunu anlatırken sesini kalınlaştırıp karizmatik bi ifadeyle yaparsın,
“biz küçükken okula servisle 20 km gidiyorduk”
-vaaav o zamanlar araba falan var hala tabi dimi baba
“evet, hatta bi ara geceleri ders çalışırken beterböceği kullandık”

Meret hayli büyük (sol altta ki nokra bizim ufaklık), e haliyle bizim üzerimizde ki etkisi de büyük olacak.
Düşünsene iki güneş olduğunu, gece yok. İki hafta boyunca ne malzeme çıkar millete.
İlk piyango sevgililere vuracak tabi ki, sonra ayrılınca dem vuracaklar “ olm biz beterböceğin altında yürümüştük!”.
İkinci piyango manitası olmayanlara vuracak, bundan iyi fırsat mı var ya hu J
Üçüncü piyango, dini işlerden para kazananlara vuracak. Zaten takvim 2012 diyor, görsen artık vatikan da Mekke’de dolar taşar artık. Salağın biri de çıkar pankart açar “beterböcek yetmedi mi?” diye.
Neyse efendim, şimdi bunun gerçekleşmesi için hepimizin 3 kere beterböcek dememiz lazım. Belki de orjinal adıyla  Betelgeuse demek en doğrusu.
Betelgeuse, Betelgeuse, Betelgeuse çalsın sazlar patlasın yıldızlar.

18 Ocak 2011 Salı

Hapsı/urmak

Hapşırmak ya da hapşurmak, işte bütün mesele bu.
Saygıdeğer burnum, ağzım ve olay anında duracak olan kalbim. Lütfen beni hımkırtmadan bir an önce hapşurmamı sağlayın.
Ya hu kaç saattir uğraşıyorum hapşırıcam diye, güneşe baktım olmadı florasana baktım olmadı, burnumu kaşıdım karabiber kokladım olmadı hala hapşuramadım!
Sana diyorum arkadaşım, artık çıldırma noktasına geldim. Ya sen yapacaksan ya ben dalacam içeri tek tek çıkaracam o arkadaşları. Ayrıca evet bu burun beni angaralı yaptı dalacam çıkaracam falan.
Senin yüzünden, belki ters etki yapar diye, saçma sapan şarkılar dinliyorum. Eğer tutarsa “kötü şarkı hapşırtıyo beaabi” diye bişi uydurucam. Ama böyle bişeyi sallayabilmem için bile en azından burnumun kaşınması lazım ama NALET yaratığın umurunda bile değil.Kötü espri de yapıyorum o da olmuyo. Anlamadım gitti nedir bunun olayı.
Neyse bu sefer meditasyonu denicem, perdeleri kapatıp mumları yakıp budayla yaşadığımız çılgın geceleri düşüneyim, belki bu sefer işe yarar!

17 Ocak 2011 Pazartesi

Balıkçı

Ve ondan sonra :
-  “biraz damdan düşer gibi olmadı mı?”
- Oldu sanırım, farkeder mi?
-“Bilmem, hep böyle doğruyu mu söylersin? “
- Şimdi buna evet desem, ben inanmayacağım; Hayır desem, bu sefer sen inanmayacaksın. Peki sen, hep böyle ikilemde misin?
-“Şimdi ben buna evet desem, sen inanmayacaksın; Hayır desem, bu sefer ben inanmayacağım. Gel bi ortasını bulalım bu işin,”
-Bulalım,Nasıl?
-“Sen bana soru sorma, ben de sormadıklarını cevaplayayım. Tamam?”

13 Ocak 2011 Perşembe

Çnkü

Ufakken biber sürmek lazım insanın ağzına, fazla konuşmasın hatta hiç konuşmasın diye.

Konuşmasın, yazsın. Resim yapsın, şarkı söylesin ne bileyim bişi yapsın ama konuşmasın. sussun.sus.
Konuştukça kalp kıracaksın çünkü, ilerlemek isticeksin, daha iyisini isticeksin. Birinden bişi alman gerekecek,
Ya bi sürtük gibi daha ileriye diceksin ya da birini piç gibi ortada bırakacaksın, ki sen ilerlemiş ol, ya da yadaları ayrı yazmayacaksın, susacaksın.

Hayatı, yaşamı falan 5n1k’lamamak gerek. Sormayacaksın arkadaşım, niye demiceksin mesela. Niyesi işte, çünkü.  Herşeyin bi nedeni yok, nasılı yok oluyor işte, kimmiş neymiş, ne yapmış ne yapmamış.
Hayatta sadece rüzgara ihtiyacın var, üşütmicek ama.  Bunun için ya bahar havasına, ya kanatlara ya da bir bisiklete ihtiyacın var. Tabi bisiklet, hatta bisiklet üzerinde kanat!
Rüzgardan sonra, korkmaya ihtiyacın var. Kimi yüksekten atlar, kimi uçaktan paraşütler. Bana 6 metre kuleye çıkmak yetiyor korku için, eller terliyor, dizler boşalıyor;
Telkin etmeye başlıyorsun kendini , neydi en sevdiğim kitabımın en sevdiğim cümlesi, “ şu an korkacak olursam, hayatım boyunca bir korkak olarak takılıcam “ bir adım daha yukarı, biraz daha tırmanalabilirim ama benden akrobasi yapmamı bekleme. Yapamam, benle alakası yok bu durumun. Hepsi yer çekiminin ve başımın etrafında dönen dünyanın suçu!
Korkmaktan sonra,  kafanın güzel olmasına ihtiyacın var. Her daim , gece gündüz güzel kafa.
Hep merak etmişimdir, kafası güzel bir adamı izlemek mi daha eğlencelidir, yoksa o adam olmak mı?
Daha doğrudan sorayım, hayatın içinde olmak mı daha serttir yoksa seyretmek mi?
Herhalde ikinci seçenek ki, bu kadar imkan varken insanlar için, onlar yaşamak yerine kendilerine yaşatmadıklarını filimlerde izlemeyi tercih ediyorlar. Neden?
Nedeni işte, çünkü.

9 Ocak 2011 Pazar

Hezarfen

Dıdımtıs,
Gün güzel,kış güzel, hayat güzel. Bu ne uyumaktır kardeşim, bi yarım saat üşüdük diye eve kaçıp yatağın içine büzüşüp bütün gün uyumak.
Şimdi benim bi televizyonum var, karış hesabı yaparsak  4 er karıştan 7 karış. 20 santim olsa bi karış, 140 santim eninde.5-6 karışta eni var, du bakim hmm,184cm hipotenüs e o da 72 inçlik bi televizyonum var. Evet oha J. Bağladım canlı yayına, bütün gün geçen gemileri ( buup buuuup ) bide üsküdarı izliyorum.

Ya bu herif nası etmişte uçmuş? Bi yerde okumuştum, hezarfenin uçma olayı biraz “abartı” olabilirmiş. Çünkü sadece evliya çelebinin notlarında yazıyormuş ve rüzgar falan olmadan imkansızmış biraz. Gerçi baya imkansız şey var hayatta gerçek olan o yüzden biz bu adamı galata’dan üsküdara uçmuş kabul edelim.Hayal edelim;

Şimdi bilim adamı ya hezarfen, bilim adamı diye arkasına bi hayatı olmadığını düşünemeyiz dimi. Bişiler eksik ki adam uçmak istiyor. 
Mesela sen olsan onun yerinde?
Kuleye çıktın, pek yüksek 70 metre falan o kule, epey de bir heybetli. Açtın kanatları,iç geçirdin bi,
Züleyha teyzenin kızı seni düşünüyor mudur acaba diye bi düşündün dimi?
Tevbe tevbe demiştir kesin içinden,
Acep bana bişi olursa gelir mi ki yanıma hı?
Sonra Anneni falan düşündün, sonra hayatını düşündün.
Hayatta o zamanlar zor be hacı, eğlence yok. Alkol desen günah, e pes yok,e hatun dediğin olay yalan  ; gerçi 1-2-3 hatun olabiliyor açığı kapatmak için ama bira+pes yapamıyorosun.

Neyse açtın kanatları,  sonra? Zıpladın mı yoksa bıraktın mı kendini aşşağıya?
Zıplasan komik duracak, ne bileyim salakça bi hareket ( ama inişte 1 santimle kaybedersen o daha komik )
Zıplamasan riski var, ama daha kuul be kanka.
Zıplamadın evet, bıraktın kendini boşluğa, zaten rüzgarda var. Ama sonra baktın ulen ben yanlış yöne uçuyorum!
Aslında eminönüne doğru alçalıcaktım ama üsküdara gidiyorum ya hu!
Tüh keşke dümen falan yapaydım Kanata, neyse du bakali nolcek dedi herhalde.

Havadasın, ne düşünüosun?
-ulan çok soğuk
-düşünce nolcak acaba
-acaba ordan bakınca karizmatik duruyor muyum
-acaba zeliha ablanın kızı beni görüomu
-sol kanat çekio biraz galiba

Ya da daha bi tehlikedesin, sadece hayatını düşünüosun. Korktun tabi, e bunu istemiştin hep? Açıcan kanatlarını uçucan; al uçuosun işte.
Yaptın iki kanat, açtın onları ; saldın kendini boşluğa.

6 Ocak 2011 Perşembe

Bir varmış, bir yokmuş;
İçine hava alan bir bot ve buz gibi bir kaldırım varmış.
Kendini ele veren yanlış bir bakış, bütün hikayeyi özetleyen kendini beğenmiş bi duruş,
Kazanan kaybeden; farkında değil ikisi de eninde sonunda yeşil ford transite bineceğinden,
Kaybeden;beğendiği bedene hayal ettiği ruhu yüklemiş ( ağzına sağlık Shakespeare )
Kazanan; yine ben demiş.
Karakterler değişiyor ama hikayelerin genelinde bi kazanan bir de kaybeden var;

Kazanan; dünya zaten insanı buna programlamış, doğduğun günden beri kazan kazan, dik dur, ayakta kal, sen ol, hep kazan,hep birilerinin üzerine bas.
Kaybeden; İnsan zaten buna doğmuş, dünyanın da döndüğünü farkedip hoop demek istemiş, ben oynamıyorum senin oynunda demiş ve tabiki kazanan, asla onu anlayamayacak olan tarafından üzerine basılmış.

Bir varmış, bir yokmuş; Bir kazanan bir de kaybeden varmış.

5 Ocak 2011 Çarşamba


Sonunda, uzun zaman sonra; her zaman ki gibi kendimi en istemediğim halde ve en istediğimi,
hayatının tam ortasında,
en güçlü en zayıf, hep olduğu gibi ortada; en kendisi gibi olduğu bi anda
gördüm,
içten içe, o.velinin deli gülmesi gibi;
güldüm.