31 Ocak 2011 Pazartesi

Durum Eleştirisi


Durum Eleştirisi;
Bir şey dikkatimi çekti,biz kazananı seviyoruz iyi oynayanı değil.
Geçen gün ufak çaplı politik bi muabbette bunu farkettim. Genel kanı, varolan Başbakanımızın çok iyi politikacı onun rakibinin de yeto olduğu yönünde. Ve sadece bu nedenle bir sürü insan önümüzde ki seçimde oyunu AKP’ye verecek.
Neden? Çünkü baştakiler iyi politika yapıyor?
E politika ne? Yalan söyleme sanatı,
Yani? Yani, biz bizi iyi seveni seviyoruz arkadaş.  Takım tutar gibi, kazanana yöneliyoruz iyi oynayana değil.  Seçimi yaptıktan sonra ne olabilir diye düşünmeyip, zaten siyasetçi dediğimiz hizmetçilerin yapıyor olması gerektikleri şeyler “abi adamlar yapıyor ama”  bahanesiyle kendimizi kandırarak atıcaz oyumuzu. Halbuki, oy verdiğimiz bize daha güçlü görünen, bize daha despot görünen.

        Bir de ikincil bir durum var, ki buda tamamen ilki gibi bir durum eleştirisi.
Demokrasi demokrasi diye zırlıyoruz, özgürlük bireysel ifade gücü vs. diye sıralıyoruz. Her şey buraya kadar super, ancak bizi yönetenler bu şekilde davranmaya başlayınca “yeto o ya, koyun bile güdemez” diyoruz. Ciddi bir kavram kargaşası içindeyiz. Ya hu parti içinde ki adamlar liderle aynı görüşü savunuyorsa o adamın orada işi ne? oy aldığı milyonlarca kesimi tek bir adamın düşüncesi temsil edebilir mi? O kadar insanın tek bir doğrusu olabilir mi? Sormak lazım bunları kendimize.
        Üçüncül durum eleştirisi ise çok bariz birşey,
Gerek Başbakanımızın gerek Çeşitli Belediye başkanlarının sıkça tekrarladığı bir laf var. ” Muhalefet lideri koyun bile güdemez ”. Birde bunu komik ve haklı bulan insanlar var, lafım onlara.
        Arkadaşım,oku ;
 Tepeye çıkanlar bu ülkeyi yönetmiyorlar, nasıl bir çaycı senin çay içme konusunda ki isteklerini yerine getirmekle yükümlüyse, kral zannetiğin başbakan denen adam da senin gündelik yaşantında ki isteklerini yerine getirmekle yükümlü. Yukarıda bizim maaşa bağladığımız adam oraya yönetmeye değil hizmet etmeye çıkıyor. Sen kalkıp o adama kırmızı ışıkta yol veriyorsun, anana babana küfrettiriyorsun, senin paranla yaptığı işleri “afferim adam iyi çalıştı” diyosun hatta başına kakalatıyorsun,  sonra nolcak bu ülkenin hali diyosun?

         Bir dur, düşün bakalım. Gerçekten tercih ettiğin şeyleri mi yapıyorsun, yoksa sana bir şekilde dayatılanı mı? Unutma, bir ülkenin geleceği senin benim hayatımızın geri kalan her şeyinden daha önemli.




27 Ocak 2011 Perşembe

Liste


Önce şu klibi izle; Hikayeyi anlatış bakımından çok başarılı klip

Hayatın gerçekleri veya insanı hayattan soğutan şeyler listesi gibi bir şey hazırlayasım var. Kovaladığımız şeylerin aslında sadece birer ilizyon olması da bu listenin teması olur herhalde.
Bir yerden başlayıp ara ara bişiler eklemek lazım, uzun liste dediğin öyle olur çünkü.
1- Şu üstte ki klipte ki olay; adamın bilinç altına işler ve sonraki her ilişkisinde – karşısında ki kadının sağlamlığına bağlı olarak – yüzeye çıkar, hayatı zindan eder.
2- Değer yargısı,doğru yanlış gibi şeyler yok. Bunlar insanların uydurması.
3- Konuyla alakalı olsun, biz bir sınır çekmişiz ve oradan itibaren “aldatmak” saymışız. Oradan ötesini kabullenememişiz, ki bu sınır toplumdan topluma değişir, kötü saymışız. Bu esasen, insanın tek eşli bi yaratık olmamasından kaynaklanıyor. Toplum olarak bu şekilde baskı yapıyoruz, illa tek eşli olucaz diye zorluyoruz kendimizi. Yoksa sadakat diye birşey yok, ha “sevişmeyi” sadakat sınırı olarak alıyorsan bilemem ama aslında bunun bir sınırı olmaz. Ve karşında ki insan, her ne kadar sen bana aşık bana sadık diyorsan da, Brad  abimiz ona gelip evlenme teklifi ettiğinde onu reddedebilecek olmasının tek nedeni ona güvenmiyor olmasıdır. Biz de, erkekler olarak zavallı yaratıklar olduğumuz için aslında , fazla şiir okuyup yumuşayıp Adriana Lima’ları bizim bıyıklı türk hatununa terk ederiz.
4- Paran varsa, eşini aldatsan bile haklısındır,yoksa adam bile değilsindir. Biz toplumca bu kadar aşşağılığız çünkü.
5- Televizyonda, tekstilde hayatın her yerinde arz dayatması vardır. Arz-Talep ilişkisi yoktur. Satmak istediklerini sen mecburen alırsın. Ondan sonra gider bez ayakkabıya 150 lira verirsin gerizekalı gibi.
X ürünü seni tatmin edecekken, 2 tane x ürününün 1.5X fiyatına olması onu almanı gerektirmez.Seni kâra da sokmaz, ihtiyacın olmayan birşeye fazladan para vermiş olursun.
6- Bir şeyi üretmek her zaman için tüketmekten daha keyiflidir. Çükübik yazdığın ufacık kod bile dünyanın en güzel oyunundan daha fazla keyif verir adama.
Devamı sonra, bittiğinde bunları bi liste yapıp evin duvarlarına asarız.

23 Ocak 2011 Pazar

Extended


Herşeyin bittiği yerde,Extended solo başlar;
Bak sana bi önerim var demişti, ben giderken,
“şiir oku, insana iyi geliyor”.
Müzik dinliyorum arkadaş, çalamıyorum üzerine söyleyemiyorum çünkü. Sesim çok kötü bir kere, çalma konusuda, eh o da komik.
Dedem almış bana bi bağlama zamanında, ulen boş durmasın diye niyet ettim kursuna gittim meretin. Güzel de bişi ha, teller falan var çalıyosun güzel ses çıkıyo falan. Neyse, kursta çalıyorum ben sonra eve geliyorum bişi oluyor merete, yok anam çalamıyorum. Ne yapsam ne etsem tutturamıyorum.
Eh dedim, yetenek işi, işi ehline bırakmak bana da dinlemek düşer dedim bıraktım. Sonralardan öğrendim ki akort diye bişi varmış, benim bağlamanın ağacı yeni olduğu için hemen bozuluyormuş ben kurstan eve gelene kadar. Komik dimi, evet komik.
Bi arada şarkı söylemeye yeltendim, kollar kıllı ya hah dedim benden türkücü olur, zira bu kıllar İbrahim Tatlıses kılları. Dirsekten itibaren bitiyor, sadece dirsek bilek arasını kaplıyor heh. Şaka tabi vokallik falan yapmadım, kendim bile dayanamıyorum sesime. Zaten bir besteyi/şarkıyı (neyse işte onu) seslendirmek müzikle alakalı bir hadise değil bence. Tamam enstrüman olarak fena değil ama safi egodan oluşuyor ya hu bu ses denen şey.
Neyse işte, dinleyici statüsüne eriştim bu olaylardan sonra. İyi de yapmışım aslında netekim ben 40 sene uğraşsam http://www.youtube.com/watch?v=4_FDjDwNygM böyle bir eser çıkaramam.  Çıkarsam da kendim ürettiğim için herhalde oturup dinlemem.

İşin aslında en boktan tarafı o, şimdi tamam super söz yazarısın bestekarsın beste falan yapıyorsun. Daha da süpersin onu çalabiliyorsun, mütiş bir eser çıktı ortaya. Ee? Şimdi nolcak?Onu sen yaptın, şarkıyı dinlerken bir beklenti içerisine giremeyeceksin ki? Onu yaparken ki yaşadığın duygular belli, her seferinde farklı birşey hissedemeyeceksin? Ne bileyim bambaşka farklı bir olaya atayamayacaksın, bizim yaptığımız gibi sevemeyeceksin eseri.
Çok fena ya, yani sanatçı olmanın naleti icra ettiğin sanatın keyfini sürememek olsa gerek. Çok fena.

22 Ocak 2011 Cumartesi

Betelgeuse,Betelgeuse,Betelgeuse.


Beterböcek patlayacak!
3 vakte kadar, bir hafta bir ay veya bir milyon yıl , bizim güneşin  pek bi büyüüsü olan bir yıldız supernova olacakmış. Arada ki mesafe fazla uzak olmayınca ( 600 ışık yılı :p ) bize de kısa vadeli bi ikinci güneş ( ay aslında ) ümidi doğuyor. Bırak kendi hayatını belki insanlığın bir daha izleyemeceği birşey bu. Çocuklarına bile anlatırsın, 2 körfez savaşı gördüm, Messi’yi izledim ve Beterböceği patlarken gözlemledim diye.
Hatta bunu anlatırken sesini kalınlaştırıp karizmatik bi ifadeyle yaparsın,
“biz küçükken okula servisle 20 km gidiyorduk”
-vaaav o zamanlar araba falan var hala tabi dimi baba
“evet, hatta bi ara geceleri ders çalışırken beterböceği kullandık”

Meret hayli büyük (sol altta ki nokra bizim ufaklık), e haliyle bizim üzerimizde ki etkisi de büyük olacak.
Düşünsene iki güneş olduğunu, gece yok. İki hafta boyunca ne malzeme çıkar millete.
İlk piyango sevgililere vuracak tabi ki, sonra ayrılınca dem vuracaklar “ olm biz beterböceğin altında yürümüştük!”.
İkinci piyango manitası olmayanlara vuracak, bundan iyi fırsat mı var ya hu J
Üçüncü piyango, dini işlerden para kazananlara vuracak. Zaten takvim 2012 diyor, görsen artık vatikan da Mekke’de dolar taşar artık. Salağın biri de çıkar pankart açar “beterböcek yetmedi mi?” diye.
Neyse efendim, şimdi bunun gerçekleşmesi için hepimizin 3 kere beterböcek dememiz lazım. Belki de orjinal adıyla  Betelgeuse demek en doğrusu.
Betelgeuse, Betelgeuse, Betelgeuse çalsın sazlar patlasın yıldızlar.

18 Ocak 2011 Salı

Hapsı/urmak

Hapşırmak ya da hapşurmak, işte bütün mesele bu.
Saygıdeğer burnum, ağzım ve olay anında duracak olan kalbim. Lütfen beni hımkırtmadan bir an önce hapşurmamı sağlayın.
Ya hu kaç saattir uğraşıyorum hapşırıcam diye, güneşe baktım olmadı florasana baktım olmadı, burnumu kaşıdım karabiber kokladım olmadı hala hapşuramadım!
Sana diyorum arkadaşım, artık çıldırma noktasına geldim. Ya sen yapacaksan ya ben dalacam içeri tek tek çıkaracam o arkadaşları. Ayrıca evet bu burun beni angaralı yaptı dalacam çıkaracam falan.
Senin yüzünden, belki ters etki yapar diye, saçma sapan şarkılar dinliyorum. Eğer tutarsa “kötü şarkı hapşırtıyo beaabi” diye bişi uydurucam. Ama böyle bişeyi sallayabilmem için bile en azından burnumun kaşınması lazım ama NALET yaratığın umurunda bile değil.Kötü espri de yapıyorum o da olmuyo. Anlamadım gitti nedir bunun olayı.
Neyse bu sefer meditasyonu denicem, perdeleri kapatıp mumları yakıp budayla yaşadığımız çılgın geceleri düşüneyim, belki bu sefer işe yarar!

17 Ocak 2011 Pazartesi

Balıkçı

Ve ondan sonra :
-  “biraz damdan düşer gibi olmadı mı?”
- Oldu sanırım, farkeder mi?
-“Bilmem, hep böyle doğruyu mu söylersin? “
- Şimdi buna evet desem, ben inanmayacağım; Hayır desem, bu sefer sen inanmayacaksın. Peki sen, hep böyle ikilemde misin?
-“Şimdi ben buna evet desem, sen inanmayacaksın; Hayır desem, bu sefer ben inanmayacağım. Gel bi ortasını bulalım bu işin,”
-Bulalım,Nasıl?
-“Sen bana soru sorma, ben de sormadıklarını cevaplayayım. Tamam?”

13 Ocak 2011 Perşembe

Çnkü

Ufakken biber sürmek lazım insanın ağzına, fazla konuşmasın hatta hiç konuşmasın diye.

Konuşmasın, yazsın. Resim yapsın, şarkı söylesin ne bileyim bişi yapsın ama konuşmasın. sussun.sus.
Konuştukça kalp kıracaksın çünkü, ilerlemek isticeksin, daha iyisini isticeksin. Birinden bişi alman gerekecek,
Ya bi sürtük gibi daha ileriye diceksin ya da birini piç gibi ortada bırakacaksın, ki sen ilerlemiş ol, ya da yadaları ayrı yazmayacaksın, susacaksın.

Hayatı, yaşamı falan 5n1k’lamamak gerek. Sormayacaksın arkadaşım, niye demiceksin mesela. Niyesi işte, çünkü.  Herşeyin bi nedeni yok, nasılı yok oluyor işte, kimmiş neymiş, ne yapmış ne yapmamış.
Hayatta sadece rüzgara ihtiyacın var, üşütmicek ama.  Bunun için ya bahar havasına, ya kanatlara ya da bir bisiklete ihtiyacın var. Tabi bisiklet, hatta bisiklet üzerinde kanat!
Rüzgardan sonra, korkmaya ihtiyacın var. Kimi yüksekten atlar, kimi uçaktan paraşütler. Bana 6 metre kuleye çıkmak yetiyor korku için, eller terliyor, dizler boşalıyor;
Telkin etmeye başlıyorsun kendini , neydi en sevdiğim kitabımın en sevdiğim cümlesi, “ şu an korkacak olursam, hayatım boyunca bir korkak olarak takılıcam “ bir adım daha yukarı, biraz daha tırmanalabilirim ama benden akrobasi yapmamı bekleme. Yapamam, benle alakası yok bu durumun. Hepsi yer çekiminin ve başımın etrafında dönen dünyanın suçu!
Korkmaktan sonra,  kafanın güzel olmasına ihtiyacın var. Her daim , gece gündüz güzel kafa.
Hep merak etmişimdir, kafası güzel bir adamı izlemek mi daha eğlencelidir, yoksa o adam olmak mı?
Daha doğrudan sorayım, hayatın içinde olmak mı daha serttir yoksa seyretmek mi?
Herhalde ikinci seçenek ki, bu kadar imkan varken insanlar için, onlar yaşamak yerine kendilerine yaşatmadıklarını filimlerde izlemeyi tercih ediyorlar. Neden?
Nedeni işte, çünkü.

9 Ocak 2011 Pazar

Hezarfen

Dıdımtıs,
Gün güzel,kış güzel, hayat güzel. Bu ne uyumaktır kardeşim, bi yarım saat üşüdük diye eve kaçıp yatağın içine büzüşüp bütün gün uyumak.
Şimdi benim bi televizyonum var, karış hesabı yaparsak  4 er karıştan 7 karış. 20 santim olsa bi karış, 140 santim eninde.5-6 karışta eni var, du bakim hmm,184cm hipotenüs e o da 72 inçlik bi televizyonum var. Evet oha J. Bağladım canlı yayına, bütün gün geçen gemileri ( buup buuuup ) bide üsküdarı izliyorum.

Ya bu herif nası etmişte uçmuş? Bi yerde okumuştum, hezarfenin uçma olayı biraz “abartı” olabilirmiş. Çünkü sadece evliya çelebinin notlarında yazıyormuş ve rüzgar falan olmadan imkansızmış biraz. Gerçi baya imkansız şey var hayatta gerçek olan o yüzden biz bu adamı galata’dan üsküdara uçmuş kabul edelim.Hayal edelim;

Şimdi bilim adamı ya hezarfen, bilim adamı diye arkasına bi hayatı olmadığını düşünemeyiz dimi. Bişiler eksik ki adam uçmak istiyor. 
Mesela sen olsan onun yerinde?
Kuleye çıktın, pek yüksek 70 metre falan o kule, epey de bir heybetli. Açtın kanatları,iç geçirdin bi,
Züleyha teyzenin kızı seni düşünüyor mudur acaba diye bi düşündün dimi?
Tevbe tevbe demiştir kesin içinden,
Acep bana bişi olursa gelir mi ki yanıma hı?
Sonra Anneni falan düşündün, sonra hayatını düşündün.
Hayatta o zamanlar zor be hacı, eğlence yok. Alkol desen günah, e pes yok,e hatun dediğin olay yalan  ; gerçi 1-2-3 hatun olabiliyor açığı kapatmak için ama bira+pes yapamıyorosun.

Neyse açtın kanatları,  sonra? Zıpladın mı yoksa bıraktın mı kendini aşşağıya?
Zıplasan komik duracak, ne bileyim salakça bi hareket ( ama inişte 1 santimle kaybedersen o daha komik )
Zıplamasan riski var, ama daha kuul be kanka.
Zıplamadın evet, bıraktın kendini boşluğa, zaten rüzgarda var. Ama sonra baktın ulen ben yanlış yöne uçuyorum!
Aslında eminönüne doğru alçalıcaktım ama üsküdara gidiyorum ya hu!
Tüh keşke dümen falan yapaydım Kanata, neyse du bakali nolcek dedi herhalde.

Havadasın, ne düşünüosun?
-ulan çok soğuk
-düşünce nolcak acaba
-acaba ordan bakınca karizmatik duruyor muyum
-acaba zeliha ablanın kızı beni görüomu
-sol kanat çekio biraz galiba

Ya da daha bi tehlikedesin, sadece hayatını düşünüosun. Korktun tabi, e bunu istemiştin hep? Açıcan kanatlarını uçucan; al uçuosun işte.
Yaptın iki kanat, açtın onları ; saldın kendini boşluğa.

6 Ocak 2011 Perşembe

Bir varmış, bir yokmuş;
İçine hava alan bir bot ve buz gibi bir kaldırım varmış.
Kendini ele veren yanlış bir bakış, bütün hikayeyi özetleyen kendini beğenmiş bi duruş,
Kazanan kaybeden; farkında değil ikisi de eninde sonunda yeşil ford transite bineceğinden,
Kaybeden;beğendiği bedene hayal ettiği ruhu yüklemiş ( ağzına sağlık Shakespeare )
Kazanan; yine ben demiş.
Karakterler değişiyor ama hikayelerin genelinde bi kazanan bir de kaybeden var;

Kazanan; dünya zaten insanı buna programlamış, doğduğun günden beri kazan kazan, dik dur, ayakta kal, sen ol, hep kazan,hep birilerinin üzerine bas.
Kaybeden; İnsan zaten buna doğmuş, dünyanın da döndüğünü farkedip hoop demek istemiş, ben oynamıyorum senin oynunda demiş ve tabiki kazanan, asla onu anlayamayacak olan tarafından üzerine basılmış.

Bir varmış, bir yokmuş; Bir kazanan bir de kaybeden varmış.

5 Ocak 2011 Çarşamba


Sonunda, uzun zaman sonra; her zaman ki gibi kendimi en istemediğim halde ve en istediğimi,
hayatının tam ortasında,
en güçlü en zayıf, hep olduğu gibi ortada; en kendisi gibi olduğu bi anda
gördüm,
içten içe, o.velinin deli gülmesi gibi;
güldüm.